1 Aralık 2013 Pazar

01/12/13



Bir insanın hayattan beklentisi nasıl olmalıdır? Hatta bir beklenti içinde olmalı mı sorularının cevaplarını düşünüyorum şu an. Mutlu olmak o beklentilerin karşılanmasıyla mı mümkün yani, o beklentilerin karşılanması mutluluğun sürekliliğini mi kılar? Ee sanırım hayır. Beklenti kısmını düşünme canım ;)


Güne iyi başlayabilmek-güne iyi başladığını hissetme arzusunda olmak ve de güzelliklere merhaba diyebilmekle mutluluğu sürdürmek mümkün. Kimi zaman güne anlam yorarız bunu çoğu kez yaptım "yaa bugün kötü geçecek baksana hava bozdu abi" "nasıl kasvetli gökyüzü, yağmadı Allah' ın cezası içini dökse rahatlayacak" vs vs. Zaten sen inanmışsın kimse seni mutlu edemez. Üzüntünün içindeyken daha dipte olmayı da çok seçtim (bak şimdi nasıl yüzleşiyorum...) Kendi kendimin psikoloğu olmayı iyi bilirim de zor oluyor, nitekim terzi-sökük mevzuları yaşarsınız hep, yaşarız işte neyse geç bunları...

Güne uykumu alarak başladım. Öğleye doğru huzurla, keyifle geçtim İstiklal' e. Zincirleme ama küçük mutluluklar işte benim sevdiklerim, akışa bırakarak. Aslında plan vardır ama kendinizi ana bırakırsınız bunlar beklenti içinde olmadan geliyor işte o anları yaratabilmek asıl mesele. İzlediğiniz bir oyun, ardından yeni tatlarla tanışmanız mesela bu Meksika Usulü Sıcak Çikolata olsun, üzerine yetmedi mi hoş sohbet olsun ve sürsün keyfiniz... Zaman, mekan ve yanınızdakilerdir kısacası mutluluğunuzu oluşturan etmenler. Bazen tek başına, bazen de arkadaşlarınızla, bazen kahvenizle, bazen sessizlikle,... bu bazenler bitmez. Enerjiniz sizi daha iyiyi görmeye, karşılaştırmaya  itecektir. Her zaman iyi olanı düşünmek mümkün olamasa da, iyi olanı düşünmek yolundan ayrılmak istemiyorum açıkçası. Şunu belirtmem gerek, gerçekten kötü düşünmeye ya da dipte kalmaya tahammülüm yok, fark ettirmeden benden çok şey aldı.


Hayatımı Osmanlı' nın dönemlerine ayırmaya çalıştığımda kendimi gerileme değil de, çalkantılı bir duraklama sürecinde görüyordum bir süredir, lakin olmam gereken yeri biliyorum. İyisi mi amaca, istediklerime doğru yol alma hedefimden sapmamak. Olduğu kadar derken vicdan azabı çekmemek için hele.

Bugün milat olsun, Aralık 1 güzel başlangıçları güzel sonları getirsin umudundan bir şey kaybetmeyeyim, sen de bu yazıyı okuyorsan umudunu kaybetme ;)

21 Kasım 2013 Perşembe

Beyoğlu' nun En Güzel Abisi



Vizeleri biten Cansu' nun kitaplarına hevesle sarıldığı günlerdeyiz ve az önce Ahmet Ümit' in son kitabını okuduğu kitaplar arasına bırakan okuyucumuzun kitap hakkında kısa düşünceleri: 

En sevdiğim Ahmet Ümit kitapları arasında ilk 3' te yer bulur mu bilemiyorum, ama değindiği sosyal mesajlarıyla hafızamda iz bırakacak. Okurken sevinemediğim ve Başkomser Nevzat' a katılmaktan kendimi alamadığım satırlara bolca rastladım. Fikrimce yıllar sonra okuyacaklar için 2010' lu yılların gündemini görebilecekleri bir roman olarak kalacak.

Beyoğlu' nu severlere: Hele Beyoğlu' nun sokaklarını biliyorsanız , kendinizi olay mahallinde Başkomser Nevzat ve ekibine eşlik ederken bulabilirsiniz, ben öyle hissettim ve ayrıca keyif aldım.

Beyoğlu' nun En Güzel Abisi ülke gündemine iz bırakacak, diğer kitaplarında olduğu gibi sonu sürprizle biten, yer yer  keşke böyle olmasaydı dedirten ve sizi olayın örgüsünden koparmayan bir kitap.

Sürükleyici, keyifli, zihninizi yormayan bir kitap arıyorsanız Başkomser Nevzat ve ekibine eşlik edip peşlerine takılın derim.

Syf. 346. " 'İnsan yaşadığı yere benzer,' demişti bir şair. Hukukumuz da yaşadığımız yerler gibiydi, eskimiş, işlevini yitirmiş, çürümeye terk edilmiş yıkılmak üzere..."

Arka Kapak

Yılbaşı gecesi işlenen bir cinayet... Tarlabaşının arka sokaklarında bulunan bir erkek cesedi. Öldürülmüş erkeklerin en yakışıklısı, belki de en kötüsü. Karanlık sırların ortaya çıkardığı utanç verici bir gerçek. Gururlarının kurbanı olmuş erkekler, onların hayatlarını yaşamak zorunda olan kadınlar. Bu cinayetler yatağında, bu kötülükler bahçesinde, bu insan eti satılan can pazarında masumiyetini korumaya çalışan bir adam. Bir zamanlar İstanbulun en gözde yeri olan Beyoğlunun hazin hikâyesi.

Karanlık... Soğuk havayla iyice ağırlaşan bir karanlık. Uzaklardan şarkılar geliyor kulağına, neşeli kadın çığlıkları, ayarını yitirmiş sarhoş naraları, biri küfrediyor belki ana avrat, belki ağlıyor biri hıçkıra hıçkıra, belki biri sessizce ölüyor bu gürültünün, bu hengâmenin ortasında. Umurunda değil. Hepsinden sıyrılmış, sadece öfke...

Nereye gittiğini bilmeden yürüyor, nefret tarafından kuşatılmış olarak. Kıskançlık denen o canavar, çelikten pençesine almış yüreğini, habire sıkıyor. "Kadınlar," diyor bir ses zihninin derinliklerinden... "Kadınlar, onlarla oynayamazsın... Oynadığını zannedersin ama bir de bakmışsın, asıl oyuncak sen olmuşsun." Hayatına giren kadınların yüzleri beliriyor sokağın zemininde. Birer birer düşüyor görüntüleri ayaklarının dibine. Hepsinin boynu bükük, hepsinin gözlerinde keder. Hepsi üzgün... Aldırmıyor, bir su birikintisiymiş gibi basıp geçiyor üzerlerinden ama yeniden düşüyor görüntüler zemine. "Kadınlar," diyor o ses yine, "Kadınlardan asla kurtulamazsın, hayaletleri hayatın boyunca seni takip eder."

3 Kasım 2013 Pazar

her şey yarım



Her şey yarım...


Bitirilmeyi bekleyen ödevler, çalışılması gereken vizeler, derin düşünceler, çok alakasız bir zamanda gelen kader sorgusu vs vs.

Sıkıldım, hava da tam yürümelik; açtım Morrisey amcanızdan let me kiss you ' yu. Trafiğe, ışıklara bakmadan yürüdüm, rüzgarı saçımın derinliklerinde hissettim, gökyüzünün griliğini izledim. İyi de gelmedi değil nefes aldım.

Şimdi beni bekleyen işlerin başına döndüm ve evet işte bunu hiç sevmedim.


http://www.youtube.com/watch?v=KWOvIQnAIU4


13 Ekim 2013 Pazar

Uzun Bir Aradan Sonra Deneme 1-2




Uzun zamandır yazmayı erteleyip şimdi klavyenin başına geçebilmek kötü bir duyguymuş; suçluluk, kendime karşı sorumsuzluğum resmen!

Birden cümleye gireceğim yapacak bir şeyim yok artık.

İyi ki olmamış dediğim şeylerin olmadığını görüp sevinebilmeye başladığım günleri görmem gerçekten çok zor oldu. Olsaydı ihtimalinde kaybedeceklerimi düşünmek yeterince zorladı zaten, şimdi umarım bir şeyler gerçekten yolunda gider. İç huzuru yakalayabilmek öyle önemli ki aslında belki de en önemlisi; sanırım artık onu hissediyorum.

Bazen sizin iyi olmanız yetmez, her şeye yetebilmek hep güçlü olmak, sorunları kökünden çözmek istersiniz, o zaman tam anlamıyla mutlu olacaksınızdır ama bu hiçbir zaman olmayacak hayatta hep bir aksilik bir sorun olacak. Yine de bu durumu kabul edemedim, değişmedim, değişemedim ve sanırım değişemeyeceğim.

Ders çalışmakta güçlük çektiğim son 1,5 senede artık içimden  istikrar ve azmin fışkırmasını istiyorum. Ulaşmak istediğim nokta için yaptıklarımın yetmeyeceğini biliyorum ve kendimle baş başa kalıp bu duruma bir nihayet olsun diyorum.

Bugünlük platformu terk ederken;.

Sık dinledim hala da dinlerken, siz de dinlemediyseniz bi' tık   https://www.youtube.com/watch?v=ZWir6wUkPtw



10 Mart 2013 Pazar

Kadınlar Susarak Gider


" Çok uzun emekler verir ilişkisini yürütmek için.

Birinin kadını olmayı yüreği, beyni, ruhu o kadar zor kabul etmiştir ki, başka bir adama ait olmayı istemez.

Erkek gibi, çorbanın tuzu eksik diye kavga çıkarmaz mesela, tam tersi, konuşmamız lazım der.

Erkekler de en çok bu cümleye sinir olurlar. Ertelenir o konuşmalar, maç bitimine, yemek sonrasına ve daha birçok lüzumsuz şeyin ardına ötelenir.

Kadınlar inatçıdır, hayata tutundukları gibi, aşklarına da sahip çıkarlar.

Bu yüzdendir, konuşup derdini anlatma isteği, karşı tarafı ikna edene kadar uğraşırlar.

Sonunda pes eder adam, bir ışık görür kadın, tüm derdini paylaşır.

Genellikle ne cevap alır? Abuk sabuk konuşma!
Gereksiz ve saçma gelmiştir adama anlatılanlar, hiç de üstünde durmamıştır.

Yine bir sıkıntı, tatmin edilemeden geçiştirilir ve adam gün gelip bunların kendisine ok gibi döneceğini bilemez.

Bir kadın şikayet ediyorsa, ya da erkeklerin deyimi ile vıdı vıdı ediyorsa; erkek bilmelidir ki, o ilişkiden hala ümidi vardır kadının.

Yürütmek, birlikte yaşamak, sorunları çözerek mutlu olmak istiyordur.

Daha önemlisi, o adamı hala seviyordur.

Kadın susarak gider!

En önemli detaydır, erkeklerin hiç anlayamadığı durum işte bu kadar basittir.

O gün gelene kadar konuşan, kavga eden, tartışan kadın, kendini sessizliğe vermiştir.

Ne zaman ümidini o ilişkiden kestiyse, o zaman sevgisi de yara almış demektir.

Yüreğindeki bavulları toplamıştır, kafasındaki biletleri almış ve aslında bedeni orada durarak, ilişkiden çıkıp gitmiştir.

Kadın, gerçekten gitmişse, çok sessiz olmuştur ayrılışı, kimse hissetmeden, kapıları vurup kırmadan gitmiştir.

Her akşam eve geldiğinde, kapının açıldığını gören adam anlamaz ama bir kadın sessizce gider.

Ne mutfağında yemek pişiren, ne yan koltukta televizyon izleyen, ne gece ruhunu kenara koyarak yatakta sevişmeye çalışan kadın, artık o kadındır.

Bir kadının çığlıklarından, kavgalarından korkmamak gerekir, çünkü kadının gidişi sessiz ve asildir."


Cemal Süreya 

3 Şubat 2013 Pazar

Tatil Okumalarımdan



Tatil sezonu demek, benim için okuma anlamında verimli bir döneme sahip olmak demek. Elimden geldiğince iyi bir şekilde bu süreci değerlendirmeye çalışıyorum.Neler mi okudum? Kısa kısa bahsedeyim..



Toza Sor;bahsetmek istediğim ilk kitap, yazarı John Fante. Kitapla karşılaşmamız ve kitaplığımda yerini alması TÜYAP'ta öneri üzerine oldu. İsabetli bir öneri ve keyifli bir okuma oldu benim için. Bukowski önsözü kitap hakkında istekli okumaya itiyor okuru.


Size önerim kitabı geniş bir zaman dilimine yayarak okumayın, benim için biraz öyle oldu. Bazı kitaplar vardır bir ya da iki günde okunulası,Toza Sor da tam öyle diyeceklerimden. Metroda bana iyi yol arkadaşlığı etti belirtmek isterim.

Akıcı olması ve konunun ilgimi çekmesi gibi sebeplerle beni kendisine bağlayan kitap hakkında bu sefer derin ayrıntılar vermeyeceğim,ama 10 üzerinden 9 verdim siz anlayın.

Gelelim ikinci kitabıma ; 7, yazarı Cem Akaş, yine öneriler kapsamında okuduğum kitaplardan.

7 sayısının benim için yeri ayrıdır, nedenini çözemedim ama ayrı bakıyorum ona. Kitabı elime aldığımda da farklı baktım. Kitabın arka kapağını okuyunca ve net aracılığıyla okur yorumlarına baktığımda bende fazlasıyla yüksek bir beklenti oluştu kitaba dair, ama okurken hayal kırıklığına uğramadım dersem yalan olur. Kitabın örgüsü kendine has, kült roman olarak kabul görüyormuş hatta, yer yer beğendiğim noktaları oldu ama bana farklı gelmedi, gelemedi.Yalnız Cem Akaş'ın birkaç kitabını daha okuyarak onu tanımak isterim ve beğeni gören kitabına haksızlık etmiş olmak istemem.

İlişkiler üzerine manifesto bölümünde ilgimi çeken noktalar olmuştu,kitap üzerine not da alamadım, okul kütüphanesinden almış olmam dolayısıyla...Ama okuyun siz karar verin derim ,10 üzerinden 6,5 verdim.


Ve son olarak bahsetmek istediğim kitap Ekmek Arası - Charles Bukowski. Üçte üç öneriler başlığından devam ediyorum. Çok beğendim, seri olarak okudum ,keyifli bir okumaydı ,dili çok güzeldi.Kısa ama beğenimi net olarak ifade eden cümleler.

Keyifli olmayan bir hayatı ,keyifli olarak okuduğumu söylemem, sanırım yazarların okuru kitaba bağlama yeteneği dedikleri olsa gerek.

Kitaplığımda değil ne yazık ki, arkadaşımdan almıştım,ama bir an önce almalıyım.Notlarımı toparlayamadım ayrıca ekleyeceğim.Notum 10 üzerinden 10' dur.

Son bir parantez açmak istiyorum ; Charles Bukowski' nin şu ana kadar herhangi bir kitabını okumadım, öncelikle onun hayatının bir dönemini onun kaleminden okumam ayrıca bir artı diye düşünüyorum.

Yazarların yapıtlarından önce onların hayatları hakkında bilgi sahibi olmak; okuyucuya,okuduğu yapıtta anlaşılmayan unsurları anlamasında ve onları yorumlamasında kolaylık getireceğini,hatta bir rehber olabileceğini düşünüyorum.

Bundan sonraki kitap yorumlarını fazla biriktirmeden yapmayı kendim için dipnot olarak ekliyorum! :)





23 Ocak 2013 Çarşamba

Yazmak Ya Da Yaz(a)mamak...



Yapıldığı kadarıyla var olanla yetinememek,aman beden bu kadar diyememek kötüdür.Diyemedim hiç,olduğu kadar demeye çalıştım en azından,bu söze alışabilmek istedim.Hep daha iyiyi elde edebilme arzusunda oldum,felsefem,kılavuzum haline geldi adeta.Yazı için de böyle durum.

Yazı yazmak için masa başına oturduğumda kayboldu sihir,uçuştu zihnimdeki kelimeler bir anda.Her şey anlamsız olmaya başladı sanki yazmaya çabalarken,şu an da olduğu gibi.

Genelde gece düşünürüm ben,kulaklığım kulağımda ruh halime göre fon müziğimi belirlerim.Bir saat,iki saat geçer arada beliren cümlelerim olur.Bu zaman diliminde kendi içimde günah çıkarırım,iyi-kötü her şeyin muhasebesini yaparım.Söylenmemiş sözlerim,varsa kırgınlıklarım,olaylar,insanlar.. her şeyle yastığa başımı koyduğumda yüzleşirim.Yazı kaynaklarım buralardan çıkar kimi zaman,zaten çatlarım zihnimdekileri defterime dökemezsem iyileşemem.O defterde;büyük sürprizlerimin hazırlığı saklıdır,kırıldıklarım,kendime verdiğim sözler,hedeflerim,kısa yoldan anlatmaya çalıştıklarım uzun uzun düşündüklerim ve söyleyemediklerim de...

Düşündüklerini kolay ve net ifade edebilen biri olarak tanınırım,öyleyim bir yerde de velhasıl içimde bazı duvarlarım vardır ki sağlamca örülü,kolayca yıkılamayacak...Kimi zaman da yazarken kendimle yüzleşmem zordur,yazarım ve bir süre sonra kelimelerim okunamayacak hale gelir gibi ben bile anlamak istemiyorum galiba derim,o andan hemen kurtulmak isterim.Yine de,inadına : Çözümüm yazmak,ver elini defterim,yazmak terapim...

Yazmak benim için ihtiyaçken,bu alanda uğraşma arzusundayken,yazdıklarımı beğenmiyorken,huzursuzluklarımı tutamazken,kendi içimdeki gel-gitlerle sorumun çözümü için arayışlardayım: Yazmak ya da yaz(a)mamak

19 Ocak 2013 Cumartesi

Okuduklarımdan:Bir De Baktım Yoksun


Bir De Baktım Yoksun,Yekta Kopan'ın okuduğum dördüncü kitabı,ancak bloğumda yer verdiğim ilk kitabı.

Okuduğum dört kitap boyunca gözlemlediğim şu ki ya da ön izlenimim (aslında gözlem yapabilmek adına daha ayrıntılı bir bakış açısıyla bakmalıydım),insanın kendi içinde yaşadığı iç hesaplaşmalar,insan zihninde ötelenmiş düşüncelerin derin betimlemeleri,iç konuşmalar,ikili ilişkiler ( baba-oğul,kadın-erkek) gibi konuların zeminine dayalı bir kuruluma sahipti okuduklarım.Her kitabı kendi içinde ele almak daha verimli ve iyi olur tabi.

Yekta Kopan'ın öykülerini okurken yer yer karşılaştığım benzetmelerin  ve okuduğum cümlelerin kalitesi bence oldukça iyi.(Parantez açmam gerekirse sıradan değil yani amatörce hiç değil yazıları,kaliteden kastım bu.)

Bir De Baktım Yoksun'a gelirsem eğer ;arka kapakta göreceğiniz gibi :Unutulmaz bir karşılaşmalar kitabı ve çok iyi bildiğimiz ama unutmaya çalıştıklarımızı hatırlatıyor.Okumuş olduğum bu kitabın iki ayrı dalda ödülü var 2010 Yunus Nadi Ödülü ve 2010 Haldun Taner Öykü Ödülleri'nin de sahibi.

Kitap 6 öykü içeriyordu,severek okudum diyebilirim.Yer yer az da olsa sıkıldım,ruh çözümlemeleri ve uzunca gelen aynı nokta üzerindeki duruşlardan olsa gerek sıkılma sebebim.(Belki başka bir zaman ikinci bir okumamda durum farklı olabilir,benim de ruh halim önemli aslında,yanlış bir değerlendirme yapmayayım.)Öykülerinin kalitesi oldukça yüksek ve özgün bana göre.10 üzerinden puan ver deseler,puanım 7,5-8 olur.

Dipnot :Oğuz Atay'dan alıntılar hoştu bence son öyküde.En kısa zamanda Oğuz Atay'ı okumalıyım ;)

Çizilen cümleleriyle:

syf.19 Ama kimi zaman hesap yapmamalı insan,okun yaydan nasıl çıktığının farkına bile varmamalı.

syf.20 İnsan,görüntüler dünyasında dilediği gibi at koşturabiliyor,bir olayı zaman sıçramasıyla ilgisiz bir başka olaya bağlayarak anılarını değiştirebiliyor ama sesleri değiştiremiyor,iyi biliyorum bunu.Unutmak gerekiyor;tonlamaları,vurguları,melodileri,iniş-çıkışları unutmak gerekiyor.Unutmamışım.

syf.23 İnsan yaşlandıkça sinirlerini halının altına süpürmeyi öğreniyor.
         
          Gerektiğinde susmayı öğrenmek de geçen yılların öğrettiği bir erdem.

syf.38 Kitaplarla dolu bir geçmişte,kütüphaneyle çevrili bir odada sensizlikten kaçmaya çalışmak dünyanın en zor şeyiymiş.

syf.51 Babam,herhangi bir duygu,karşı konulmaz sel misali aklının duvarlarına çarpa çarpa akmaya başladıysa ondan kurtulmak için yazmak zorundasın,derdi.

syf.52 Anlamak için yazmalıyım.

syf.68 Hayal dünyasının vaat ettikleriyle gerçek yaşamın sundukları arasındaki gerilime,belirsizliğe dayanamayan insanlar yok mudur,vardır !

syf116 Öyle dönemleri vardır ki hayatımızın,çıkışı olmayan sis bulutunun içinde yürüdüğümüzü hissederiz.Suyla buluşan rakının beyazı kadar yoğun bir sis.

syf. 131 Tek bildiğim ihanetin çiçeksiz bir bitki olduğu;güneş ışığı fazlaca düşünce üstüne,yeşil yaprakları sararıyor,göze batmaya başlıyor.