9 Kasım 2014 Pazar

Bahar Günlükleri/Son' dan- Nasıl Alakasız...



Özleyip de ertelemektir yazmanın düşmanı.

Çoğu başka duygunun, eylemin düşmanıdır ya ertelemek...
En büyük cezanın ertelemek olduğuyla yüzleşmek de yazımın başına geçince mümkün olmuş daha bir sertçe oturmuş gün yüzüne ya da içime...

Silmiyorum hayır...Kısa kısa aklımdakileri aktarmaktı amacım, ertelemek ya da ertelediklerimi hatırlamak değildi. Acı veren ya da üzen bir detay olmasa bile işlerimi güçleştirdi ertelemek...

Ne diyelim, sevgiyi ya da söyleyeceklerimi ertelememem dileklerimle ya da ertelenen olmamak diye de eklemeli...

Resmen off topic...


23 Nisan 2014 Çarşamba

Bahar Günlükleri-II



Kararsızlık içindeyken yazı başına oturmayı sevmem, gerçi ben hep kararsızken yazmaz mıyım?

Ne kadar değişken hatta akışkan bir zihnim var ordan oraya... Şurası yok, burası... Hmm yok yok orda bu var, şurada ordan burdan oo...Her yerde...

Zamanım daralıyor, geriliyorum, üzülüyorum. Aslında hep mutluyum, içime sığmayan neşem var sonra birde gergin bir küp taşıyorum içimde küpümü sevmiyorum.

Çokça okumak istiyorum, konsantre olmak istiyorum zorundalıklarıma.

Beklentilere karşılık vermek istiyorum, savaşımı kaybetmek istemiyorum. Ama!

Sanırım savaşmıyorum sürükleniyorum bilmiyorum ciddi bir sürüklenme içindeyim; kendimi alıştırmak istediğim bir düzen var. Sözlerinde düzenli, ruhunda karmakarışık bir odaya sahibim sanki (cümlelerim bile tutarsız gelebilir şu an) Sonuçta düzenliyim ama çok yıpranmış hissediyorum. Neden?!

Ben bu karışıklığı neden yaşıyorum?  

Üzerime düşen her şeyi yapıyorum binbir zevkle yaptıklarım bir yana sanırım yapmak istemediğimi hiç ama hiç yapmıyorum. Zorunluluklar benim istemediğim noktada zorunluluk olmaktan çıkıp sorumsuzluğun adı olduysa demek gibi bir gaflette tekrar bulunup kendime olan itirafımı yineliyorum.

Sen sorumluluk sahibi bir sorumsuzsun Cansu, sorumsuzsun ama çok da sorumlusun. Sorumluluk duygunla sorumsuzluklarının içinde boğulmadan çık artık diyenin olmayacak ki bunu ancak sen diyebilirsin kendine...

Klavyenin başına geçtiğimde bu temada bir yazı yazacağımı düşünmemiştim henüz yazdığım hiçbir şeyi silmedim. Hava güzel, bahar, öten kuşlar, birkaç dize ve belki de playlist ekleyecektim yazıma ama seçim değil sonuç oldu bu sefer de...

Sevgili Günlük,





31 Mart 2014 Pazartesi

Tesadüf diye bir şey yok...



Aslında kendimi toplayıp Bahar Günlükleri-II' yi yazmanın vaktini kolluyordum.

O kadar yorgunum ki 2 günlük toplam uyku sürem 7, 3 kahve 2 çayla enerjimi tam manasıyla yakalayamadım. Eve yarı uyuklar, yarı düşünür halde geldim. Otobüste yazacak gücü kendimde bulamadım. Aklımdan o kadar çok şey geçti ki yine yazım bittiğinde düşündüklerimin ilk halinden eser kalmayacak.


Cevabını düşündüğüm, -sorusu nasıl anlaşılıyorumdan çıkıp-  insanlar beni nasıl tanıyor, kavga etmiyoruz ama neden konuşmaya çalışırken kavga eder gibi hissediyoruza dayanan noktalarda durdum...Tam manasıyla anlaşılamıyorum, kaç gündür siyaset muhabbeti geçtiğinden ve yeri gelince ben de kendimi tutamadığımdan fikirlerimi ifade etmeye çalışıyorum. Tek yönlü etiketlere maruz kalıyorum arada ve şu noktada bunu engelleyebilecek gücü kendimde hissedemiyorum.

İstemediğim birkaç şeyi söyledim, kendimce farkına vardım; geri adım atmadım -ki ağızdan çıkan sözün geri dönüşü yok- düzeltmek istemedim, ama insanlar düşüncemin temelinde dayanan nokta bazında değerlendirmeyi öğrendiğinde tartışmalar olmayacak.

Ayrıca hiç istemediğim ortamın oluşması da bu konuşmalar çerçevesinde biten arkadaşlıklardır. Bu zamana kadar birçok noktada sessiz kalmayı tercih ettiğim için sürdürdüğüm görüşmelerim var, prensibim değişmeyecek kendime olan saygımı kaybetmeyeceğim ve bırakan taraf ben olmayacağım.

Çıkan sonuçlardan etraflıca çıkacak dersler vardır, kazandık-kaybettikten öte değinilmesi gereken temel noktalar için bile ayrı bir dosya hatta ayrı bir blog açmak gerekir. Bunun için ayrıca düşüneceğim.


Kendimi bir süre; doğaya, iç sesimi dinlemeye, yazı yazmaya, ciddi olarak düzenli okumaya (okuduklarım hakkında değerlendirmelerimi yazmaya), sergi gezmeye, uzun yürüyüşlere çıkmak gibi listemi uzatacağım keyifli şeylere vermek istiyorum.


 Sosyal medyayı ülke gündemi üzerinde kullandım son zamanlarda, pişman değilim; ama hassas bir insanım, yıpranmak istemediğim için ara vereceğim. (Emin değilim :)). Siyaset, ülke gündemi, hatta dünya tarihi gibi konularda farklı görüşleri dinlerim, almam gerekeni alır, derslerimi çıkarırım. Bu anlamda gerçekten dolu olduğuna inandığım insanlarla paylaşımlarımı yapacağım, yakınmalarımı bile. Bölmek, ayrışmak, bölünmek, kutuplaşmak gibi şeylere karşı çıktığımdan bu kararı aldım, an itibariyle sayısız şey yazabilirim ama stop.


Eve dönerken metroda Ortabahçe' nin son sayısını okudum, güzel bir sayı olmuş gibi görünüyor dergi ekibindeki arkadaşların eline sağlık. (Keyif aldım okurken, okumamı tamamlamadım henüz).Sevgili  Nazım Hikmet' e yer verilmiş, araştırma köşesinde.

 Üzerinde yoğun düşündüğüm şeyler, bir şekilde somut olarak karşıma çıkıyor; bu bazen gülümsetir, bazen acı tebessüm ettirir, bazense üzer, bazense...

Tesadüf diye bir şey yok başlığını atıp, ee başlıkla ne alaka diyen varsa, geliyor :) 


Derginin ilgili bölümünü aktarayım, yazımı tamamlayayım. (dinlenmeye geçeyim artık)

"Bütün bunlar olup biterken bir kesimde olayları uzaktan gözlemler. Doğal bir deney yapıyormuşçasına sonuçlar ortaya çıkana kadar susup beklerler. Olaylar esnasında değerlendirmelerini kendilerine saklar, sadece yakınlarıyla sohbet ortamında dile getirirler. Hatta bazıları, gözlemlemeye bile yanaşmaz. Yine aynı sohbet ortamlarında başka bir doğal gözlemcinin(!) değerlendirmeleriyle kendilerince kulak dolması bir bilgi arşivi oluştururlar. Olaylarla, olayların sebep ve sonuçlarıyla hiçbir aktif veya düşünsel bağı olmayan bu insanlar, savaşın taraflarını tuhaf mahluklar olarak nitelendirirler. Oysa en büyük tuhaflık çevresinde gelişen böylesine kapsamlı olaylar zincirine duyarsız kalmaktır. Nazım Hikmet' in bu tuhaf insanlara bir çift sözü vardır:


"Akrep gibisin kardeşim, 
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi. 
Serçe gibisin kardeşim, 
serçenin telaşı içindesin. 
Midye gibisin kardeşim, 
midye gibi kapalı, rahat. 
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim. 
Bir değil, 
           beş değil, 
                      yüz milyonlarlasın maalesef. 
Koyun gibisin kardeşim, 
gocuklu celep kaldırınca sopasını 
sürüye katılıverirsin hemen 
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye. 
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani, 
hani şu derya içre olup 
                            deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf. 
Ve bu dünyada, bu zulüm 
                                    senin sayende. 
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer 
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak 
                      kabahat senin, 
                                     — demeğe de dilim varmıyor ama — 
                      kabahatın çoğu senin, canım kardeşim! ""


                                                                                                              Nazım Hikmet Ran
 

23 Mart 2014 Pazar

Bahar Günlükleri-I



Bahar günlükleri başlığımın devamı gelir mi bilemiyorum ama 1 dedim ve yola çıktım :)

*Depresyona, melankoliye veda ediyorum, hüzünlerimi gömdüm düşüncesiyle baharı karşılıyorum!

*Bahar hoş gelmişken, vizelere merhaba...Kötü geçen fizik vizem için ön koşullandırılmış bir kötülük deyip yola devam ediyorum.

*Her hafta teoride düşündüğüm ama pratiğe dökmekte güçlük çektiğim; düşünmekten zevk aldığım, zevk almaya devam ettiğim derse gidemedim, ilk devamsızlığım. Devamım sürekli olacak umarım :*

*Mart ayı, oyun ayı; martın keyfi sevdiğim insanlarla beraber izlediğim oyunlarda. Nicee :*

*Yarım kalan kitaplarıma döneceğim sözünü yineledim, onlarla bakıştık bugün. (ne okuyorum şu sıra; Aylin Acar' dan  Vişne Çürüğü, Theo'ya Mektuplar-Vincent Van Gogh'dan ve Rollo May' in Yaratma Sanatı)

*Küçük çapta bahar temizliği yaptım, temizliği keyifli hale getirmek için iyi bir playlist yapın bire-bir ;)

*Seveceğim yeni şarkılarım oldu, artık beni üzecek şeyler dinlemiyorum.

^-^Müziği hisset, ruhunu gizle...^-^

*Yakın zamanda tek akbille karşı yakaya git-gel seferlerine başlayacağım çay-kitap keyfi; gelmek isteyeni beklerim :*

*Dünya Şiir gününü geride bırakmışız 21 Mart' a ithafen, sevdiğim değerli bir şairden dizeleri ekleyeyim:


Biz kırıldık daha da kırılırız 
Ama katil de bilmiyor öldürdüğünü 
Hırsız da bilmiyor çaldığını 
Biz yeni bir hayatın acemileriyiz 
Bütün bildiklerimiz yeniden biçimleniyor 
Şiirimiz, aşkımız yeniden, 
Son kötü günleri yaşıyoruz belki 
İlk güzel günleri de yaşarız belki 
Kekre bir şey var bu havada 
Geçmişle gelecek arasında 
Acıyla sevinç arasında
Öfkeyle bağış arasında

Cemal Süreya




-Şu sıra dinlediklerimden bir parçayı ilave edip kapanışı gerçekleştireyim, sevgiyle kalın :*



http://www.youtube.com/attribution_link?a=DhbyQ53bZ4U&u=%2Fwatch%3Fv%3Dsb3FJdRk-tI%26feature%3Dshare






19 Şubat 2014 Çarşamba

Sis






Uzun zamandır bu kadar sisli bir havada yürümedim, metrodan meydana çıkarken küçük çapta patlama oldu sandım. Huzursuz oldum yani fazla griydi her yer...

Otobüsle köprüden geçerken sisin arkasındakine bakmaya çalıştım, ardında gizleneni sanki hiç bilmiyormuşum gibi...Ve dedim ki: Belki de İstanbul' a sisli gözlerle bakmak gerekiyor, görünmeyen ardında merakı getiriyor. Görmek istemediğimiz, gördüğümüzde mutsuz olacağımız şeylerin üzeri gri örtüyle kaplı olduğundan, içinde kendine özgü gizemiyle, bakışından soruları olduğu anlaşılan insanları düşündürüyor. Üzeri kapalı olan yoruma açıktır. Hayal kurup tahminler yapabilirsin genelde, hayaldeki gerçek olandan hep üstündür, görkemlidir. Sisi kaldırsan belki içinde görkem ne arar? (böyle olması daha mı iyi, o sis hiç mi kalkmasa)...

Bunları sordum, düşündüm ve bakmak-görmek istemediğim yerlere fıs fıs sis mi sıksak dedim, hemen vazgeçtim. Aslında bazıları zaten sisle yaşıyor, gözlerinden kalkmayan o perde; kötülükleri kapatıyor, erteleme kaygısı gütmeden düşünmüyor, üzülmüyor ve kaygılanmıyor. Farkında değiller, ama sis onların hayatlarını kolaylaştırıyor. 



Şehir güçlükler içinde, yorulduğunu sisle haykırıyor.

(Yazarken dinledim ve paylaştım.)

http://www.youtube.com/watch?v=1tOyb7zu_0g


20 Ocak 2014 Pazartesi

Ne Başlığı Ya








Mantığıyla hareket etmeyi prensip haline getirmiş biri, duygularından kaçamaz hele ki duygularının esiri olmuş mantığını bile kullanamaz hale gelmişse... İşte bu iç çatışma; seçim değil sonuç. Söylenmesi ertelenmiş duyguların sonucu...



Doğruluk mu, cesaret mi?

https://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=TVI7A7YOho4

1 Aralık 2013 Pazar

01/12/13



Bir insanın hayattan beklentisi nasıl olmalıdır? Hatta bir beklenti içinde olmalı mı sorularının cevaplarını düşünüyorum şu an. Mutlu olmak o beklentilerin karşılanmasıyla mı mümkün yani, o beklentilerin karşılanması mutluluğun sürekliliğini mi kılar? Ee sanırım hayır. Beklenti kısmını düşünme canım ;)


Güne iyi başlayabilmek-güne iyi başladığını hissetme arzusunda olmak ve de güzelliklere merhaba diyebilmekle mutluluğu sürdürmek mümkün. Kimi zaman güne anlam yorarız bunu çoğu kez yaptım "yaa bugün kötü geçecek baksana hava bozdu abi" "nasıl kasvetli gökyüzü, yağmadı Allah' ın cezası içini dökse rahatlayacak" vs vs. Zaten sen inanmışsın kimse seni mutlu edemez. Üzüntünün içindeyken daha dipte olmayı da çok seçtim (bak şimdi nasıl yüzleşiyorum...) Kendi kendimin psikoloğu olmayı iyi bilirim de zor oluyor, nitekim terzi-sökük mevzuları yaşarsınız hep, yaşarız işte neyse geç bunları...

Güne uykumu alarak başladım. Öğleye doğru huzurla, keyifle geçtim İstiklal' e. Zincirleme ama küçük mutluluklar işte benim sevdiklerim, akışa bırakarak. Aslında plan vardır ama kendinizi ana bırakırsınız bunlar beklenti içinde olmadan geliyor işte o anları yaratabilmek asıl mesele. İzlediğiniz bir oyun, ardından yeni tatlarla tanışmanız mesela bu Meksika Usulü Sıcak Çikolata olsun, üzerine yetmedi mi hoş sohbet olsun ve sürsün keyfiniz... Zaman, mekan ve yanınızdakilerdir kısacası mutluluğunuzu oluşturan etmenler. Bazen tek başına, bazen de arkadaşlarınızla, bazen kahvenizle, bazen sessizlikle,... bu bazenler bitmez. Enerjiniz sizi daha iyiyi görmeye, karşılaştırmaya  itecektir. Her zaman iyi olanı düşünmek mümkün olamasa da, iyi olanı düşünmek yolundan ayrılmak istemiyorum açıkçası. Şunu belirtmem gerek, gerçekten kötü düşünmeye ya da dipte kalmaya tahammülüm yok, fark ettirmeden benden çok şey aldı.


Hayatımı Osmanlı' nın dönemlerine ayırmaya çalıştığımda kendimi gerileme değil de, çalkantılı bir duraklama sürecinde görüyordum bir süredir, lakin olmam gereken yeri biliyorum. İyisi mi amaca, istediklerime doğru yol alma hedefimden sapmamak. Olduğu kadar derken vicdan azabı çekmemek için hele.

Bugün milat olsun, Aralık 1 güzel başlangıçları güzel sonları getirsin umudundan bir şey kaybetmeyeyim, sen de bu yazıyı okuyorsan umudunu kaybetme ;)